Bir
Anarşist ve Felsefesi
William
Godwin Anarşizminin Felsefî Temelleri
Necdet
Ersöz
Kendine
apaçık “anarşist” demeyen, ancak fikirlerinden bu yönde olduğu net bir şekilde
görülen ilk Batı düşünürlerinden olan Godwin hakkında, özellikle onun yaşama,
topluma çok yönlü bakışı üzerine ve bilhassa onun savunduğu anarşizm üzerine
bir şeyler söylemek ihtiyacı hissediyorum. Benim için Godwin’i ve Godwin’in
savunduğu biçimde bir anarşizmi önemli kılan pek çok etmen var, ancak bunların
hepsini uzun uzun ayrıntılarıyla yazarak okuyucuyu sıkmak istemiyorum elbette.
Godwin’in “anarşi” tanımıyla başlayalım. Godwin’e göre anarşi; tutarlı, rasyonel ve toplum tarafından benimsenebilecek
moral, politik, kültürel ya da ekonomik değer, kuram ya da doktrinlerin yaygınlaşmasından
önce mevcut hükûmetin, teorinin, geleneğin ve kurumların yıkılması ya da yok
edilmesi sonucunda ortaya çıkan düzensizlik durumudur.1 Godwin’e ait
olan bu tip bir anarşi tanımı
üzerinden anarşizmi temellendireceğim.
Godwin
kimdir? W. Godwin, 1756 yılında doğmuş İngiliz bir filozoftur. Gençliğinde,
bulunduğu konum ve yaşadığı çevre itibariyle dindar bir ortamda büyümüş, haliyle
dinî geleneklerden ve düşüncelerden etkilenmiştir. Bu dönemde Samuel Newton
adındaki bir rahip eşliğinde teoloji eğitimi almıştır. Ancak Newton, uyguladığı
sert eğitim anlayışıyla Godwin’in din ve teoloji eğitimini sorgulamasına ve otorite ve dinî yükümlülük kavramlarına eleştiri getirmesine neden olmuştur.
Ardından, din eğitiminden ve dinî ortamlardan uzaklaşarak Londra’ya yerleşip
burada yazarlık yapmaya başlamıştır. Bu dönemlerde, yine kendisi gibi bir yazar
olan Thomas Holcroft ile tanışmış, Holcroft’un radikalist, eleştirel, ateist
düşünceleri, onun çeşitli tekellere, bağlılıklara, geleneklere ve kurumlara
karşı bir tutum geliştirmesinde etkili olmuştur. Böyle bir tutum, Godwin’i
siyasî sahada daha fazla faaliyet göstermesi zorunluluğuna itmiştir. Nitekim
yayımladığı roman ve kısa yazı türleriyle birlikte, oldukça siyasî
düşüncelerini içeren Politik Adalet
isimli kitabını da yayımlamıştır. Bu en önemli çalışması olarak düşünülebilir. Sonraki
yıllarda feminist yazar Mary Wollstonecraft ile tanışmış ve her ne kadar
evliliğe karşı olsa da onunla evlenmiştir. Mary’nin ölümü, yoksulluk, geçim
sıkıntısı gibi zorluklar içerisinde yazmaya ve eleştirmeye devam etmiş, yeniden
evlenmiştir. Yaşlılığına yakın dönemlerde farklı ateist ve anarşist
düşünürlerle fikir alışverişi yapmış, anarşist-ateist fikirlerini sağlam bir
zemine oturtmuştur. Hayatının birçok döneminde ihanetler, sahtekârlıklar,
vefasızlıklar ve yalanlarla karşı karşıya kalmıştır. Yaşlılık döneminde İngiliz Uluslar Topluluğu Tarihi ve İnsan Üzerine Düşünceler gibi en etkili
tarihî ve felsefî eserlerini vermiştir. Bunlarla beraber Siyasal Tüze adlı eseri de onu ünlü yapan çalışmalar arasında
sayılabilir. Hayatının son zamanlarını kendisine bağlanan emekli maaşıyla,
teşrifatçı unvanıyla bir evde geçirmiş, 7 Nisan 1836 günü 80 yaşında ölmüştür.2
Godwin’in eşi. Feminist ve kadın
hakları savunucusu Mary Wollstonecraft. Godwin gibi bir anarşisti, “en iğrenç
kurumlardan biri” olduğunu düşündüğü evliliğe ikna etmiştir. Mezarları yan
yanadır.
Soldaki: 1789 yılında J. W.
Chandler tarafından yağlı boyayla yapılmış bir W. Godwin tablosu. Resim halen
Londra’da Tate Galerisinde sergilenmektedir. Sağdaki: Godwin’e yaşamının bir
döneminde eşlik eden ve ateist fikirleri aşılayan Thomas Holcroft. Sonradan
Godwin’in kızını kaçırmak isteyince Godwin’le araları açılmıştır.
Godwin’in
felsefî düşüncelerinin arka planını incelerken sık sık onun yaşamından izler de
bulacağımızdan, kısa biyografisine yer vermenin yararlı olacağını düşündüm. Felsefesinden
devam edelim. Godwin felsefesi nereden başlar? Şüphesiz ki insanın ne olduğu ve
insan doğasının mahiyeti, birçok düşünürün, felsefelerinde esas noktası olduğu
gibi, Godwin de insan doğası ve onun kaynağı konusunu kendine problem olarak
seçmiş, felsefesini “Doğuştan kavramlara sahip miyiz?” sorusuyla başlatmıştır.3
Godwin’e göre insan, birtakım yasalara bağlı olarak var olmuştur ve bu yasalar
tüm insanlar için aynen geçerlidir. Ancak, herkeste bir zorunluluk hâlinde
bulunan birtakım yasaların var olması, insanların tümünde, aynı şekilde geçerli
bazı düşüncelerin, dogmaların, a priori
bilgilerin ya da içgüdülerin var olmasını kanıtlamaz. Bu nedenle insan doğası, deney-öncesi olarak, yani doğuştan iyi
ya da kötü, erdemli veya rezilet ehlî olamaz. Bilakis insanlar, doğduktan
itibaren kendilerini doğaya ve çevreye göre şekillendirir ya da bu ortam,
düşünce geleneği ve paradigma insan doğasını belirleyecek durumda olabilir. Yetişme
tarzı, kültürel ortam, sosyoekonomik gerekçeler, düşünce ekseni, politik tutum
gibi parametreler, bir insanı, nihayetinde toplumu biçimler. Bu durumda a priori ve doğuştan bir kişilikten
bahsedilemez; belirli koşullar altında farklı parametrelerle düzenlenen, a posteriori karakterler ancak mevcud
olabilir. İnsan tamamen yaşadığı çevrenin bir ürünüdür.4 Buradan
hareketle Godwin’in iddia ettiği oldukça önemli bir şey vardır: sınıf
farklılıkları, toplumsal eşitsizlikler, biyolojik farklılıklar ve kölelik hiçbir
şekilde doğuştan, organik bir sebebe dayanmadığından, haklı bir çerçeveye
oturtulamaz. İnsanlar, ortak ve zorunlu yasalara tabidirler ve yalnızca bu
anlamda dahi olsa eşittirler. Doğum sonrası yaşamımız, bizim doğum öncesi sahip
olduğumuz eşitliğe tercih edilemez ve etnik kökenden, dilden ve sınıfsal
eşitsizliklerden faydalanan ayrılıkçı fikirlerin zorunlu dayanağı yoktur. İnsan
sosyal, rasyonel, biyolojik bir varlık olarak seçimini kendisi de yapabilir. Çevresini
pozitif yönden değiştirebilir. Burada dış parametrelerden etkilenmesi de
olanaklıdır.5 Fakat insan türünün, tamamıyla ileriye dönük,
atılımlı, geniş perspektifli ve yaşam anlayışına sahip olması için Godwin, “aydınlanma”
adını verdiği kavram üzerinde durur. Aydınlanmanın, kötülük ve cehalet gibi
türümüzü tehdit edici unsurlardan arındırdığını; bilgelik, erdem ve iyilik gibi
kavramları insanlar arasında yaygınlaştırdığını söylemektedir.6
Godwin yaşlılığında. Resim Henry
Pickersgill’e ait.
İnsanın,
eylemlerinin büyük bir çoğunluğunu kendisi belirlemesi, kader içeriğinin ve yapısının tartışılmasında Godwin’i önemli bir
noktada tutar; çünkü düşünüre göre insan kaderini -kendi eylemlerini seçmesi
nedeniyle- kendisi oluşturur.7 Kaderin, doğaüstü bir yaratıcı
tarafından insana bahşedildiği şeklindeki bir fikrin aksine Godwin, insan
eylemlerini ve sonuçlarını haklılandırırken böyle bir aşkın varlığa başvurmaz;
insanı doğaya içkin sebepler, yaşanılan ortam, sübjektif seçimler ve bunlara
bağlı her türlü parametre ile değerlendirir.8
Godwin’in
etiğe ve ahlâk felsefesine bakış açısı nasıldır? Kuşkusuz ki Godwin’in etiğe
yönelik yaklaşımlarını, yukarıda belirttiğim, “Bu nedenle insan doğası, deney-öncesi olarak, yani doğuştan iyi ya da
kötü, erdemli veya rezilet ehlî olamaz” cümlesinden yola çıkarak kolaylıkla
tahmin edebiliriz. Bu cümleden hareketle, Godwin’in a priori, aşkın, herkes
için geçerli, evrensel ya da dogmatik etik ilkelerinin varlığına karşı
çıkacağını düşünmek yanlış olmaz. Godwin’in etiğe yaklaşımında hedonist9 yorumların
fazlalığı dikkat çeker ki bu durum genelgeçer
etik ilkelerin yokluğuyla da
paraleldir. Godwin’in “iyi” ve “kötü” tanımlarında hazcı yaklaşımı benimsediği
görülür. Burada “haz” kavramı, felsefe tarihinde pek çok düşünürce farklı obje,
kavram ve davranışlarla temellendirilmiş olsa da, üzerinde birçok filozofun
uzlaştığı “haz” teması olan “mutluluk” kavramının Godwin tarafından hazzı
temellendirmede kullanıldığını rahatlıkla söyleyebilirim. Öyleyse, Godwin’in
fikir ekseninde, bizi mutluluğa götürecek olan şeyler nelerdir? Godwinci etikte
hazzı neler sağlar? Bu noktada Godwin; özgürlüğe atılan adımların, bilgiyi elde
etme sürecinin, erdemi arama arzusunun ya da bunlar gibi bireysel ya da
toplumsal entelektüel-zihinsel faaliyetlerin kişiyi mutluluğa ulaştırdığını
söyler. Şüphesiz ki birtakım fiziksel hazlar, şehevî istekler ya da seküler
amaçların ve bunların tatmin duygusunun kişiye mutluluk sağladığı aşikârdır,
ancak Godwin bu tip bir mutluluğa götürecek olan hazları, entelektüel hazların
yanında pek de değerli görmez; aralarında ayrım yapar. Ayrıca, kolektif ve
toplumsal çıkarların önemli olduğu bir haz-mutluluk anlayışının da bireysel ya
da egoist hazlara tercih edilmesi gerektiği, Godwin etiğinin temel dayanak
noktalarından biridir.10 İster istemez Godwin ahlâkı, bize bir akımı
hatırlatıyor: tahmin edeceğiniz üzere J. Bentham ve J. S. Mill tarafından
kökleri atılan utilitarizmi.11
Yani toplumun ve bütünün haklarını, isteklerini, menfaatini, faydasını ve
ahlâkını; Godwin, bireye tercih ediyor.
Godwin’in
siyaset felsefesindeki konumu nedir? Siyaset felsefesi kapsamında
değerlendirebileceğimiz eserlerinin ortak ana düşüncesi olarak Godwin’in
otorite, hükûmet, baskıcı rejim ve tek kişinin ya da grubun egemenliğine
dayanan sistemlere tümüyle karşı çıktığını iddia edebiliriz. Buna paralel
olarak otorite baskısının minimuma indirildiği, gönüllülük içerisinde
paylaşımlar yapılan, anti-ırkçı ve anti-merkeziyetçi toplum anlayışı düşünürün
benimsediği siyasî anlayıştır. Ancak bu tip bir politik kavrayış, Godwin’in
devleti rasyonel bir düzlemde temellendirdiği şeklinde bir yanılgıya bizi
götürmemelidir. İşte “devlet” tanımı ve bu kavramın kökeninin araştırılması,
gerekliliğinin sorgulanması, siyaset felsefesinde olduğu gibi, Godwin’de de
temel ve çözülmesi gereken bir problemdir. Bu nedenle “devlet” problemi, Godwin
anarşizminin çıkış noktasını da oluşturması itibariyle detaylı olarak
incelenmelidir.
Yazının
en başında belirttiğim bir şey vardı. Godwin, çoğunlukla kendisi hakkında “ben
bir anarşistim” dememiş ve anarşizm
terimini kullanmamaya özen göstermiştir.12 Fakat bu onun anarşist
olmadığını göstermez. Batı’nın modern anarşizminin ilk ve en temel ilkelerini
ortaya koyan bu düşünürün, anarşizm
teriminden kaçması oldukça ilgi çekicidir. Bunun nedeni olarak onun anladığı
mânâda bir anarşizmin ve tanımının, içerisinde toplumun geleceğine yönelik
oldukça olumsuz anlamlar taşıyor olması ortaya atılabilir. Godwin’in, toplumcu
bir anarşist teorisyen olduğunu göz önünde bulundurursak, onun neden “anarşist”
olarak adlandırılmak istemediğini makul izah edebiliriz.
Godwin,
devlete yönelik, devleti temellendiren her türden doktrini, açıklamayı ve
felsefî ekolü reddetmiştir. Karşı çıktığı devleti haklılandıran iki temel
teori, devletin ilahî kökeni ve toplumsal sözleşme yoluyla devlet
teorileridir.13 Buradan şunu apaçık kavrayabiliriz: toplumcu bir
ateist ve anarşist olan Godwin, eğer devleti reddediyorsa, Godwin felsefesinde devlet ve toplum arasında muhakkak bir ayrım ya da farklılık olmalıdır.
Nitekim öyledir. Godwin’e göre toplum, devleti gereksinmez ve ondan tümüyle
farklıdır, en azından gerek sosyokültürel gerek etik açıdan farklılık
göstermelidir. Godwin, buradaki düşüncelerini temellendirebilmek için Thomas
Paine’in felsefesinden yararlanmıştır. Örneğin, Godwin, toplumun her halükârda
“iyi” olması gerektiğini veya bir “iyilik” barındırdığını, buna karşın en
“iyi”, ideal devlette bile mutlaka topluma yönelik bir “kötülük” bulunduğunu
iddia etmektedir. Bu görüş Thomas Paine’in devlet ve toplum görüşleriyle
benzerdir.14 Godwin’in etik düşüncelerinin, burada, siyaset
felsefesinde de yer bulduğunu görüyoruz. Öyleyse her devlette potansiyel olarak
mevcut olan “kötülük” nedir ve nereden gelmektedir? Düşünüre göre bu kötülük,
insanın özgür ve seçici eylemlerinin, isteklerinin ve ahlâkının, bir başka
kuruma, yani devlete devredilmesidir. Devlet, bir insan için başka insanlar
demektir ve başka insanlar söz konusu olduğunda, devletin yaptırım gücü
bulunduğundan, bu insanlar, ilgili bireyin özgür eylemleri ve ahlâkı söz konusu
olduğunda tehlike arz edebilir. Şu soruyu tam bu noktada sormakta fayda var:
Godwin felsefesinde toplumcu ahlâkın, birey ahlâkına tercih edildiğini
belirtmiştim. Toplun ise, yine devlette olduğu gibi, o bireyden farklı, başka
insanlar demek olduğundan, devlet fikrindeki “başka insanlar” ile toplumdaki
“başka insanlar” arasında ne türden bir farklılık vardır? Godwin, devleti
reddedip toplumcu, utilitaryen (menfaatçi)
ahlâkı temellendirirken bunun ayrımını nasıl yapıyor? Bunlar aynı kavramlar ya
da aynı birlikteliğe işaret eden olgular değil midir? Godwin için kesinlikle değil.
Godwin’in siyaset felsefesine değinirken aktardığım bir ayrım vardı: devlet ve toplum ayrımı. Godwin, bu ayrımdan yola çıkarak bu kurumların sahip
olduğu başka insanların da ilgili
kuruma göre biçimleneceğini söylüyor.
Sosyal
ve rasyonel bir varlık olan insan, toplum içerisinde yaşar ve onunla karşılıklı
ilişki içerisindedir. Godwin’e göre toplum, insanların birliğinden çok da ötesi
olmayıp yalnızca insanların bir birlikteliğidir. Bu nedenle, Godwin’e göre
topluma dair özel iradî açıklamalara, temellendirmelere gerek yoktur. Onun en
önemli özelliği, insanların iyiliğinden kaynaklanan bir iyiliğe sahip olması ve
bireyin, birey olarak yaşayabilmesine bir zemin hazırlamasıdır. Toplumcu
görüşleri, diğer anarşistler olan T. Paine ve Kropotkin’le uzlaşır. Toplumcu
görüşleri çerçevesinde devlet teorilerini reddettiğini yukarıda belirtmiştim.
Şimdi de bu devlet teorilerini reddediş gerekçelerine bir göz atalım. Örneğin, ilahî neden teorisini kendi sahip olduğu
ateistik düşünceler ve yine kendine ait, stabil, özgün bir adalet sistemine
uymadığından kabul etmemektedir. Öte yandan J. J. Rousseau gibi filozoflarca
dile getirilmiş olan toplum sözleşmesi
yoluyla devlet teorisini de şu şekilde eleştirir: “Toplumsal sözleşme bir kuşağı başka bir kuşağın vaatleriyle bağlamaya
çalışır. Her bireyin neyin doğru olduğuna ilişkin kişisel yargısını uygulama
yükümlülüğünü yadsır. Vaatlerimizi yerine getirmek zorunda olduğumuz şeklindeki
yanlış bir düşünceye dayanır.”15 Buradan da görüleceği gibi
Godwin’e göre, “toplumsal sözleşme” beraberinde birtakım zorluklar getirir.
Godwin’in temel itirazı da bu tip bir sözleşmenin, gelecek nesillere tümüyle
başarılı bir şekilde taşınamayacağı şeklindedir. Çünkü ona göre gelenekler,
belli bir döneme ve koşula ait normlar, şartlar değiştiği sürece değişmelidir.
Ancak devleti oluşturabilecek bu tip bir sözleşme, çoğunlukla değişimi
barındıramaz.
Godwin’in
kısa biyografisinde ismi geçen Siyasal
Tüze adlı bir yapıtı vardı. Bu yapıtta düşünürün “anarşizm” kavramını
kullanmaktan özenle kaçındığını belirtmeliyim. Buna rağmen, bu eserde devlete
yönelik eleştirilerinde, devleti tamamen ortadan kaldıran düşünceler üzerine
yoğunlaşmış ve insanlığın “aydınlanma” sürecinde, toplum düzeyinde artık
devlete ihtiyaç duymadığını söylemiştir. Devletle birlikte gelen yasalar,
adalet, kurumsallaşma, politika, hukuk ve gelenek de bu yok oluşun
içerisindedir. Ona göre bu saydığımız kavramlar, insanın dinamik, değişken ve
ilerleyen doğasına aykırı olmakla birlikte zamana yenik düşerler. Bu nedenle,
eğer bu kavramların önlemek istediği olgular, örneğin suç unsurları, sadece ve
sadece ilgili kavramının kökeninin, kaynağının komple bertaraf edilmesiyle yok
edilebilir. Bu da devletin mevcut yasaları ya da paradigması ile değil, kişinin
özgür iradî eylemleri ile mümkün olabilir. Çünkü yasalar insan doğasına
aykırıdır, toplumda yasalar mevcut olduğu sürece yasalara karşı çıkma eylemleri
de olacaktır. Peki, kişinin özgür iradî eylemleri, bir kötülüğün ortadan
kalkmasını yasalara gerek duymaksızın nasıl sağlayabilir? Godwin burada adalet kavramından bahseder. Eğer kişi
adaletin ne olduğunu, olması gerektiğini kendi fikir ekseninde yeterince
değerlendirirse, eylemlerini adil bir zemine oturtur. Adil olan en iyi olandır.16
Bu nedenle ister liberal ister sosyalist olsun devleti ve yasaları
temellendiren her türlü fikir, adil bir zeminden uzaksa ahlâk dışıdır.
Godwin,
ayrıca mülkiyet ve iktidar ilişkini Batılı-modern anlamda ilk kez
tanımlayanlardan biri olmuştur.17 Onun tanımlamalarında mülkiyet, devletin oluşmasında başat
öğelerden biri olup baskı, hırsızlık, itaat, sahtekârlık gibi olumsuz
kavramları da beraberinde getirir. Bu anlamda çeşitli liberal ve kapitalist
yaklaşımlar, anarşizmin kabul edemeyeceği sistemler olarak değerlendirilebilir.
Godwin’in “Siyasal Tüze” adı eserinde “ilkel komünal” yaşamı savunduğunu
söylemeliyiz, ancak bu tip bir komünal yaşamın modern Marksist-Sosyalist
yaklaşımlardan epey farklı olduğunu da belirtmemiz gerekir.18
Godwin
“ilkel komünal” yaşamı nasıl açıklar? Tarım
temelli bir toplum anlayışı Winstanley, Kropotkin ve Morris gibi
filozoflarca da değerlendirilmiş olan, Godwin’in de yararlandığı bir
anlayıştır. Tarım temelli toplum nasıldır? Bu tip bir toplumda insanlar
arasında alt-üst ilişkisi olmayıp hepsi aynı şartlarda tarlalarda çalışırlar. Gösterdikleri
emek karşılığında elde ettikleri herhangi bir para, mal, mülk yoktur.
Dolayısıyla kişisel sahiplenme durumu söz konusu olmadığından, birikim ve
alışveriş de görülmez. İnsanlar ihtiyaç duydukları oranda ortak depolardan
istedikleri kadar alırlar. İnsanlar hemen hemen eşit koşullarda
bulunduklarından, ihtiyaçları da benzer olup gereksinimler arasında büyük
farklar gözlenmez. Anarşist düşüncelerde çoğunlukla ortak bir kavram olan
mülksüzlük ya da yaşamın ortaklığı, Godwin’de de böylece temellendirilmiş olur.
Çünkü ona göre, gereksinimden fazla lükstür ve lüks, kişiyi yozlaştırır, hırsa
bürür ve toplumu kurutur. Malı ve gücü elinde bulunduran zenginlerin,
güçsüzleri kontrol etmek amacıyla devleti, hükûmeti ve yasaları icat ettiğini
düşünen Godwin, buradan kendi siyaset felsefesi anlayışı itibariyle devleti,
erdemli toplum için zararlı bir kurum olarak görür.19 Devlet yönetim
sistemleri içerisinden de monarşizmi
olabilecek en kötü yönetim sistemi olarak değerlendirip bu sistemde yönetimi
devralmış olan tek kişinin, tek kişilik iktidarının toplum açısından despotizm
sebebiyle biri felaket olabileceğini düşünür. Monarşist sistem, insanlar
arasındaki eşitliğe yapay olarak bozan, sahtekârlıklar ve zorbalıklarla dolu
bir sistemdir. Aristokrasi ise feodalizmin bir ürünüdür ve sahte bir gelir
dağılımı üzerine kuruludur. Bu tip sistemler tamamen insanların eşitsizliğini
vurgulayan, yok edilesi yönetim sistemleridir. Yönetim sistemleri içerisinde
diğerlerine en çok tercih edilebilir, kötünün
iyisi şeklinde tabir edilebilecek bir yönetim anlayışı ise demokrasidir.20 Godwin’in
toplumcu fikirlerine baktığımızda, demokratik fikirleri bir noktada
destekleyebileceğini söylememiz yanlış olmaz, zira demokraside toplum
içerisindeki her birey en azından teorik olarak eşittir. Veya Godwin
demokrasiyi öyle değerlendirmiştir demek daha doğru olur. Buna rağmen Godwin
demokrasiyi da kabul etmeyip mümkün devletler içerisinde iyi olan bir şey
olarak düşünür. Bu dahi Godwin’in devleti temellendirmek için kullandığı bir
argüman değildir. Kuşkusuz demokrasiyi de birçok yazısında, farklı zamanlarda
eleştirmiş ve anarşist düşüncelerini ortaya dökmüştür. Ona göre demokrasi,
iyiye yönelik bir atılım olmasına karşın, toplumsal adaleti sağlayamamıştır. Toplumsal
adaleti sağlayabilecek hiç mi bir kurum yoktur? Godwin, devlet yerine toplumsal
adaletin sağlanmasına yönelik çeşitli alternatifler önerir. Ona göre devletler,
monarşiler, aristokrasiler, eşitsizlikler ve büyük merkezî birimler ortadan
kaldırıldığında, Godwin, nispeten yerel
yönetim sistemlerinin kurulabileceğini öngörür. Bu tip lokal işletim
birimlerinde mülk hırsları, iktidarın verdiği güç, soysuzluklar, yasaların
zorbalığı ve eşitsizlikler en aza indirilmiş olacaktır. Godwin’in “bucak”,
sonraki birçok anarşistin “komün” adını verdiği bu sistemler, devlete
alternatif olabilecek yegâne kurumlardır.21 Bu kurumlar ise tüm
insanlara eşit yaşama hakkı ve kaynakları değerlendirme özgürlüğü, serbest düşünce
ortamı sağlayacaktır. Bunun sonraki aşaması ise tüm dünyada, insanları ayıran
her türlü yapay, ulusal sınırın ortadan kalkması ve dünyanın komple bir “yeryüzü
cumhuriyetine” dönüşmesidir.
Adalet,
bilhassa toplumsal adalet kavramının Godwin’de ön plana çıktığını ve adaletin
liberal ya da sosyalist devlet düzenlerince sağlanamayacağını gördük. Godwin’e
göre toplumsal adalet, ilk olarak toplum bilincinin yerleşmesiyle
sağlanmalıdır. Bu bilinç, insanların eşit değerleri paylaştığı, karşılıklı
iletişimin ve yardımlaşmanın göz önünde bulundurulduğu ve mülk edinmemenin
kaide olarak görüldüğü bir ortamda gelişebilir. Godwin insanın bütün
kabiliyetlerinin, toplumsal adaletin ve iyiliğin sağlanması için kullanılması
gerektiği taraftarıdır.
Godwin’in
eğitim üzerine neler söylediğine de bir bakalım. Eğitimde, diğer pek çok
hususta yararlandığı ve eleştirdiği bir isim olan J. J. Rousseau’nun etkisini
görebiliyoruz. Rousseau’nun eğitim felsefesinde sözünü ettiği “her şeyden önce
merak uyandır” ilkesi Godwin tarafından da kullanılmıştır. Bu yoldan eğitim,
bireyin ve toplumun özgürlüğüne giden bir reform aracı olmaktadır. Yazının bir
yerinde bahsettiğim “aydınlanma” kavramının bu noktada Godwin’in eğitim
anlayışıyla ilişkilendirilebileceğini düşünüyorum. Godwin, aydınlanma olarak
gördüğü toplumun iyiliği, yardımlaşma duygusu ve adalet isteğinin, erdemin bir
yolu olarak kendi felsefesince kurguladığı bir eğitim anlayışıyla
şekillendirmiş olabilir. Fakat devletin içerisinde bulunduğu, üretiminden ve
icrasından sorumlu olduğu bir eğitim, Godwin’e göre tam ters bir etki
yapmaktadır. Hükûmet güdümlü ve onun tarafından yönetilen bir eğitim,
kaçınılmaz olarak hükûmetin, yani devletin emirlerine boyun eğen ahlâk dışı bir
kuruma dönüşür. Bu görüşü destekler nitelikte Godwin, eğitimin devlet
kurumlarını destekler ya da onlara körü körüne itaat eder nitelikte, yasalar
bağlı bir faaliyet olarak değil, son derece özgür ve sorgulayıcı bir sistem
olması gerektiğini söylemiştir.
Yazının
son bölümünde Godwin’in Tolstoy ile bir noktadaki benzerliğine ve Godwin’in
bazı fikirleri üzerinden birtakım eleştirilere yer vermek istiyorum. “Direniş”
fikri çerçevesinde Godwin, militanca ve şiddetli bir aktif direniş yerine, devlete
karşı, onu yok etmeye yönelik pasif ve düşünsel direnişi daha doğru bulur.
Devleti ve onun beraberinde getirdiği kavram ve kurumların zorbalıkla
yıkılması, Godwin’e göre ahlâkî olmayıp bunun şiddete başvurulmadan
gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Şiddet, kesinlikle zorda kalınmadıkça
kullanılmamalıdır. Adaletin sağlanmasının, insanların aktif bir şekilde devlete
müdahale etmesiyle gerçekleşmesi beklenemez. Güç, adil insanların elinde bir
anlam kazanır ve ancak toplumsal adaleti sindirmiş bir toplumun bireyleri için
kullanışlıdır. “Pasif direniş” geçtiğimiz yüzyılda Tolstoy ve Gandhi gibi büyük
düşünürlerce savunulmuş, gerektiğinde uygulanmıştır. Bu büyük düşünürlerin,
kendilerinden birkaç asır önce yaşamış olan Godwin’in pasif direniş fikirlerinden
etkilendiği düşünülebilir.
Pasif direnişin önemli
simgelerinden dünyaca ünlü yazar Tolstoy ve Hindistan direnişinin önderi Gandhi.
Godwin’i okumuş olmaları kuvvetle muhtemeldir.
Şu
ana kadar Godwin’i ve fikirlerini yeterince tanıttığımı düşünüyorum. Birkaç Godwin
eleştirisiyle yazımı sonlandıracağım. Hatırlarsanız Godwin’in, insanın birtakım
yasalara –burada yasadan kastım elbette ki evrimsel süreçler ve doğa yasaları-
bağlı olarak var olduğunu, ancak hiçbir şekilde insanda birtakım a priori verilerin bulunmadığını
söylemişti. Haliyle Godwin’in insanın doğuştan erdemli, dürüst, iyi ya da kötü
olamayacağını, herkes için geçerli birtakım aklî doğrulara sahip olmadığını,
dolayısıyla kişinin doğruları çevresinden edindiğini belirtmesi doğaldır.
Ancak, en azından bir yeter sebep için bu görüş temelinden sarsılabilir. Zihinde
mantık ilkelerinin kaynağı sorunu, asırlarca tartışılmış ve mantık ilkelerinin
a priori olduğu yönünde bir görüşün daha çok kabul edilmesiyle, hâlâ mantığın
empirik kaynağı olduğunu söyleyenler olmasına rağmen doğuştanlığı yönünde karar
kılınmış bir sorundur.22 Elbette ki mantığın ve mantık ilkelerinin
kökenini sorgulamak, bizi içerisinden çıkamadığımız bir döngüye sokmakta ve
adeta bizi, aklımızı mantığın içerisine hapsetmektedir; ancak bu, yani belirli
koşullar altında mantık ilkelerinin nedenini/kaynağını sorgulayan ve eleştiren,
düşünen zihinsel olarak mantığın kaynağı konusunda bir şeylere yeterince vakıf
olamamamız, şüphesiz ki onun çok daha farklı koşullarda, yeterli kabiliyete
sahip, bizden farklı özneler tarafından bilinmeyeceği anlamını taşımıyor.
Öyleyse, şunu diyebiliriz ki, mantığın a priori olup olmadığı, biz onun
hakkında yeteri kadar bir bilgiye sahip olmasak dahi belirlidir; bu
belirlilikten yola çıkan birçok düşünür, onun a priori olabileceği yönünde
görüş belirtmektedir. Godwin’in yanılmış olabileceği noktaya tekrar geliyoruz:
eğer en az bir a priori bilgiye sahipsek, bu bilgiden yola çıkarak elde
edebileceğimiz –belirli koşullar altında elde edilmiş- bilgilerin de eğer bu
koşullar herkesi için aynıysa, sözgelimi düşünüre göre bu yasalar her insan
için geçerli ve aynıdır, a priori, yani doğuştan, tecrübeye bağlı olmaksızın
var olabileceğini düşünmememiz için bir nedenimiz kalmamaktadır. Örneğin,
herhangi bir mantık ilkesine bağlı elde edeceğimiz bir veri olsun. Eğer bu
verinin elde edilme süreci ve formülasyonda belirtilmesi gereken tüm koşullar,
iki farklı özne-zihin için aynıysa, aynı mantık ilkesinin farklı zihinlerde
aynı şekillerde bulunduğunu düşündüğümüzde, aynı sonuçlara varılacaktır. Bunun
sonucu olarak aynı bilgi, farklı zihinlerce elde edilmiş ya da o zihinde bu
bilgi bir şekilde var olmuş olacaktır. Bu bilginin, Godwin’in iddia ettiği
şekilde bir erdem, iyi, kötü, dürüst olmayacağını söylememiz için geçerli/zorunlu
bir kanıt yoktur. Bu nedenle Godwin burada bir varsayımdan yola çıkarak
düşüncelerini temellendirmekte, ancak bu varsayımın doğru olmayabileceği, hatta
yanlışlığı göz önündedir. Öte yandan, Godwin’in diğer birçok felsefî disiplinde
öne sürdüğü fikirlerin birçoğunun ufak pürüzler haricinde benim için kabul
edilebilir düzlemde olduğunu, hatta bugünün düşünürlerinin fikirlerinin dayanak
noktasını teşkil ettiğini söylememiz gerekir. Bu konuda çok daha farklı
eleştirilerle karşılaştığımda, ayrı bir yazıda bunları dile getirmeyi
düşünebilirim.
Son
olarak, Godwin’in yaşamı boyunca onun felsefesine eleştiri getiren en büyük
isimle olan tartışmasını özetleyerek yazıyı bitirmeyi planlıyorum. Bu kişi,
bilindiği üzere ünlü İngiliz politik teorisyen, nüfus bilimci ve yazar T.
Robert Malthus’tur. 1798 yılında Malthus, An
Essay on the Principles of Population adlı eserinde Godwin’in toplum
kuramları üzerine eleştiriler yazmıştır. Malthus’a göre bir toplumun nüfusu, o
toplumu savaş, kıtlık, hastalıklar ve göçler gibi olumsuz durumlar bulunmadığı
sürece geometri olarak artma eğilimindedir. Ancak bu artış, potansiyel olarak
sonsuz olmasına rağmen, bir noktadan sonra, popülasyonun taşıma kapasitesi
yaklaşıldığında, mevcut popülasyonun üyeleri artan nüfusa bağlı olarak birtakım
zorluklarla karşılaşır. Bunlar arasında mekân için rekabet, kaynak sıkıntısı
çekme, besin bulma güçlüğü, daha çok konfora ulaşma isteği, bunları elde etmek
için çeşitli savaşlar ve göçler sayılabilir. Bunlara bağlı olarak, ilgili
popülasyonun her bir bireyi, farklı bir davranış göstererek, hayatta kalma ve
kendi neslini devam ettirebilme güdüsüyle kendi türünün bireylerini dahi ezme,
yok etme, ona üstün gelmeyi isteme gibi davranışlara bürünür. Bu tamamen doğal
ve kaçınılmazdır, çünkü biyolojik yapımız aynen bunu gerektirmektedir. İşte tam
bu noktada, insan popülasyonlarının bireyleri arasında farklılıklar gözlenmeye
başlar. Güçlü olanlar zayıf olanları, elinde kullanabileceği bir materyali olan
olmayanı, parası olan parası olmayanı ezer. Bu kaçınılmazdır. Fakirlik, hiçbir
şekilde yapay bir durum olmayıp doğal gerekliliklerimizin bir sonucudur. Malthus,
Godwin’le tartışırken buna benzer bir argüman kullanmış, nüfusun ideal büyümesi
ile besin yeterliliğini birkaç on yıl için tasarlamıştır. Ona göre nüfusumuz
geometrik olarak artarken, yani 2, 4, 8, 16, 32… şeklinde, besinlerimiz bu
şekilde bir artışa yeterli gelmeyip ancak aritmetik bir artışta, 1, 2, 3, 4, 5…
gibi, kalmaktadır. Zaman geçtikçe nüfus
ile besin toplamı arasındaki fark artmaktadır. Bu tip bir eleştiriye Godwin’in
ne dediğine geldiğimizde, onun Malthus’un görüşlerini bir noktada kabul
ettiğini, ancak bu tip bir baskı, zorluk durumunun insan popülasyonlarında
meydana gelmemesi için de Politik Adalet
kitabında bir çözüm önerdiğini görüyoruz. Ona göre, toplumda meydana gelen,
insanın var olma, hayatta kalma ve üreme güdüsünden bir şekilde kurtulup insan
doğasını, bu tip bir seks ya da fizikî istekler yerine, entelektüel doyumlara
ve ahlâkî arzulara çevirebilirsek, bu durumda toplumda kaçınılmaz olarak
meydana gelen farklılıkları ve kötülükleri engellemiş oluruz. Malthus, bu tip
önerinin asla gerçekleşemeyeceğini bildirmiştir. Aralarındaki tartışmalar
sonraki yıllarda da özellikle bu konu üzerinden devam etmiş; 1820 yılında
Godwin, Of Population: An Enquiry Concerning
the Power of Increase in the Numbers of Mankinds isimli Malthus’un
fikirlerini reddettiği bir deneme yayımlamıştır. Bu denemede Godwin’in temel
argümanı, Malthus’un nüfusun geometrik bir şekilde arttığı noktasında
görüşlerinin dayanıksızlığı olmuştur.
Godwin’le uzun yıllar nüfusun
niteliği konusunda tartışmış olan İngiliz nüfus bilimci, ileride Sosyal Darwinist
fikirlerin ortaya atılmasında etkili olan T. Robert Malthus.
Bu
yazıda Godwin’in anarşizmine ve onun anarşizminin çeşitli felsefe
disiplinlerindeki yansımalarına bir göz gezdirdim. Onunla ilgili birkaç
eleştiriye yer verdim. Godwin’le ilgili altını çizmem gereken noktaların bu
şekilde olduğuna inanıyorum.
Kaynakça ve Dipnotlar
1.
Woodcock, George, Anarşizm Bir Düşünce ve Hareketin Tarihi
(Çeviren: Alev Türker), Kaos Yayınları, İstanbul, 1996, sy. 66
2.
Torun, Yıldırım, Klâsik Anarşizm, Savaş Yayınevi, Ankara,
2009, (2. Baskı), sy. 71-73
3.
Torun, Yıldırım, Klâsik Anarşizm, Savaş Yayınevi, Ankara,
2009, (2. Baskı), sy. 73
4.
Torun, Yıldırım, Klâsik Anarşizm, Savaş Yayınevi, Ankara,
2009, (2. Baskı), sy. 73
5.
Marshall, Peter, Anarşizmin Tarihi (Çeviren: Yavuz
Alogan), İmge Kitabevi, sy. 295-296
6.
Marshall, Peter, Anarşizmin Tarihi (Çeviren: Yavuz
Alogan), İmge Kitabevi, sy. 295-296
7.
Torun, Yıldırım, Klâsik Anarşizm, Savaş Yayınevi, Ankara,
2009, (2. Baskı), sy. 74
8.
Bu şekildeki yaklaşım, felsefede
natüralizm olarak adlandırılır ve özellikle günümüz biliminin dayanak
noktalarından birisidir. Modern dönem öncesinin biliminde aşkın, doğaüstü,
temelsiz inanca dayalı, dogmatik fikir ve unsurlar doğal olanlarla birlikteyken
modern dönemde özellikle analitik mantık çalışmalarıyla birlikte bilimin
metodolojisi kökten değişime uğramıştır. Godwin, analitik ekol içerisinde yer
almamasına rağmen modern ve natüralistik sayılabilecek dünya görüşleriyle,
kendisinden sonra ortaya konacak olan bilim faaliyetlerinin düşünsel zeminini,
ondan önce aktarmıştır.
9.
Hedonizm, Türkçesi hazcılık, Antik Yunan’da özellikle Kireneli Aristippos
ve Epikür tarafından temeli atılmış, hazzın “iyi” olduğunu ve insan
eylemlerinin mutlak suretle, dolaylı ya da doğrudan hazza yönelik olduğunu
iddia eden felsefi akımdır. Burada hazzın fiziki ya da tinsel olduğu üzerine
sonraki asırlarda özellikle Avrupa’da haz temelli farklı görüşler de ortaya
çıkmıştır. Godwin de entelektüel hazzı üstün tutan –kısmî- bir hedonist
düşünürdür.
10. Marshall,
Peter, Anarşizmin Tarihi (Çeviren:
Yavuz Alogan), İmge Kitabevi, sy. 298
11. Utilitarizm,
ahlâk felsefesinde herhangi bir eylemin doğruluğunun ya da kabul
edilebilirliğinin, o eylemin mümkün olabilecek en çok sayıdaki insana ve en iyi
şekilde yarar sağlamasına göre belirlenmesi gerektiğini savunan felsefî
görüştür. Jeremy Bentham ve J. Stuart Mill tarafından modern dönemde
adlandırılan utilitarizm, iyiyle
birlikte mutluluğu da bir doğruluk ölçütü olarak almaktadır.
12. Woodcock, George, Anarşizm Bir Düşünce ve Hareketin Tarihi (Çeviren: Alev Türker), Kaos
Yayınları, İstanbul, 1996, sy. 66
13. “Devletin
kökeni problemi” siyaset felsefesinin temel problemlerindendir. Bu iki temel
devlet teorisi haricinde Aristo ve Cicero gibi düşünürlerce Antik Yunan’da
savunulmuş Aile Teorisi, çeşitli
evrimciler, Spencer ve Plato tarafından savunulmuş Biyolojik (Doğal) Köken Teorisi, Seneca ve İbn Haldun gibi düşünürlerce
savunulmuş Kuvvet ve Mücadele Teorisi
ve Karl Marx tarafından savunulmuş Diyalektik
Materyalist Ekonomik-Tarihsel Teori gibi kuramlar mevcuttur. Yeri
geldiğinde siyaset felsefesi içerisinde bunlara yer vermeyi planlıyorum.
14. George,
Crowder, Klâsik Anarşizm (Türkçesi: Sinan
Altıparmak), Öteki Yayınevi, 2007, sy. 71
15. Woodcock,
George, Anarşizm Bir Düşünce ve Hareketin
Tarihi (Çeviren: Alev Türker), Kaos Yayınları, İstanbul, 1996, sy. 84
16. Marshall,
Peter, Anarşizmin Tarihi (Çeviren:
Yavuz Alogan), İmge Kitabevi, sy. 302-303
17. Konuyla
ilgili olan bir Vikisosyalizm
makalesi okunabilir.
18. Marksist
felsefede insanlık birtakım sosyoekonomik süreçlerden ve buna bağlı olarak
ortaya çıkan yönetim biçimlerinden geçmekte; bunlar diyalektik olarak birbirini
takip etmektedir. Marksist ekonomi ve tarih kuramına göre, insanlığın sahip
olduğu ilk, basit yönetim formu “ilkel komünal” yaşamdır. Bu tip bir yaşam, bize
doğadan, evrimsel süreçlerden miras kalmıştır. Zamanla tarım bağlı olarak
toprağı işleyen, hayvanları evcilleştiren insanlar, belirli mekânları yer
edinince toplumsal eşitsizlikler ve sınıf farklılıkları meydana gelmiştir. Sınıf
farklılıkları bünyesinde oluşan, toprak ve güç sahipleri ve onların emrinde
çalışanlar olarak kölelik sistemi, feodal ve burjuva sistemleri oluşturmuştur.
Bu ilerleyiş diyalektik ve maddî koşullar altında olup bunun ilerisi Marksist
teoriye göre tahmin edilmektedir. Buna göre burjuvazinin ve sınıf ayrımının
yıkımıyla ortaya çıkacak olan eşitlikçi sistemin adı sosyalizm olacaktır.
Sosyalizm ise, daha farklı koşullar altında, yine diyalektik olarak K. Marx’ın
ve diğer komünist düşünürlerin öngörüleri çerçevesinde yerini komünizme bırakacaktır.
Bu nedenle ilkel komünal sistem, son
hâliyle sosyalist ve komünist sistemlerden diyalektik olarak
farklılıklar gösterecektir. Bu farklılıklar için, konuyla ilgili bir giriş ya
da başlangıç kitabı olarak önerebileceğim iki temel kaynak, Georges Politzer’in
Felsefenin Temel İlkeleri ve Felsefenin Başlangıç İlkeleri adlı eserleridir.
Politzer’in bir işçi üniversitesinde ders olarak okuttuğu ders notlarından
oluşturulmuş bu kitaplar, Marksist felsefenin ne olduğunu anlatan en sade
kitaplar arasında gösterilebilir.
19. Torun,
Yıldırım, Klâsik Anarşizm, Savaş
Yayınevi, Ankara, 2009, (2. Baskı), sy. 74-80
20. İngilizce
bilenler için Vikipedia’nın Demokrasi Eleştirisi
adlı maddesi kesinlikle okunmalıdır.
22. “Mantığın Kaynağı
Problemi” ile ilgili Mantık-Zihin ilişkisi için yazdığım bu
yazının ilgili kısmını okuyabilirsiniz.
İnternet Kaynakları ve Okuma
Tavsiyeleri
1.
Wikipedia
5.
Britannica
6.
Frankenstein
Yorumlar
Yorum Gönder
Yazı hakkındaki görüş, soru ve önerilerinizi lütfen bildiriniz. Hakaret, niteliksiz ve delilsiz eleştiriler ya da kişilik saldırıları engellenecek; yapıcı üslûp ve eleştiriler dikkate alınacaktır.